Balkan, Hicaz, Çanakkale, Kuzey Afrika cephelerinde savaşan Türk ordusu gücünü kaybetmiş ve Türk milleti halkını fakir düşmüştü.
XIII. Kolordu Komutanı Ali İhsan Paşa’nın 16.07.1916 tarihli telgrafında “kıtaatım açtır… ” ve Alman Dışişleri arşivindeki 10.12.1921 tarihli raporda “Türk Ordusu, yorgun, silah ve ikmalleri iyi değil” yazılı olmasına karşın, tarihte bir örneği olmayan ve belki de olmayacak bir zafer kazanılmıştır.
Büyük Taarruz sonrası Trikopis “Erzak bitmiş ve cephane noksanı hissediliyordu. Hiçbir telsiz çalışmıyordu.” derken Mehmetçik, tulum peyniri, ekmek ve kavundan oluşan yemeğini yemişti.
Birlikleri donatacak kadar silah, cephane ve teçhizat yoktu. Orduyu hızla takviye etmek, donatmak, yedirmek, silahlandırmak imkânsız görünüyordu. ...
AMA!!!
Bu zafer; şehit ve gazi olan askerlerin, komutanları ve onlara destek veren milletin, inanılmaz bir lojistik deha ve lojistik organizasyon ile desteklenmesi sonucunda kazanılmıştır.
Kurtuluş mücadelesini takip eden gazeteci ve yazar İsmail Habip “...askerlerini vagonlarla, biz çarıklarla sevk ediyorduk, mühimmatlarını kamyonlarla getiriyor, biz kadınlarımızın sırtında taşıyorduk. yenilmek onlara, yenmek bize düştü.” diyerek zaferi en kısa şekilde anlatıyordu.
Milletçe gösterilen fedakârlıklar ve etkili lider yöneticilik sayesinde, yoktan denebilecek bir lojistik destek mekanizması yaratılmıştı.
Lojistikte başarı, iyi ve etkin planlamaya dayanır. Atatürk, Nutuk’ta “Ankara’da bulunduğum süre içinde yalnız ordunun insan ve taşıt bakımından yiyecek ve giyeceğinin nasıl temin edileceği ile ilgili tedbirleri almak ve düzenlemeler yapmakla uğraştım.” diyerek lojistik planlamasını anlatmaktadır.
Mustafa Kemal; lojistik planlamasını ve yapılanmasını Batı Cephesi ve Afyon – Dumplupınar bölgesine göre yapmış ve demiryollarının kesişim yeri olan Ankara’yı ikmal merkezi seçmiştir. Ankara’ya en yakın ve en güvenli yer olan İnebolu’ya deniz yolu ile getirilen malzemeler; daha sonra kağnı, at arabası ve sınırlı sayıdaki kamyonlar ile Ankara’ya aktarılmıştır. Ayrıca; İç Anadolu’dan Yahşi Han’a (Kırıkkale) kağnı ile getirilen malzemeler, demiryolu ile Ankara’ya sevk edilmiştir. Ankara’da gerekli tasnif ve kontroller yapıldıktan sonra her gün 250 yiyecek ve 325 ton cephane, cepheye sevk için Malı Köy ve Polatlı’ya gönderilmiştir.
Zafer için kesintisiz cephane ve gıda ikmali gerekliydi. Mustafa Kemal, 7 Ağustos 1921’de “Tekalif-i Milliye” ile işgal altında olmayan illerden malzemelerin toplanması ve Ankara’ya getirilmesi (halkın elindeki her çeşit taşıma aracıyla ayda bir kez ve 100 km’yi geçmemek üzere ücretsiz taşıma) sonucunda halkın da bizzat kurtuluş mücadelesine katılması sağlamıştır. Böylece; Sakarya Meydan Savaşı ve sonrasında Büyük Taarruz için ordunun gerekli ihtiyacı tedarik edilmiştir.
Lojistik Yönetimi için önemli unsurlardan birisi de bilgi ve bilgi akışının sağlanmasıdır. Büyük Taarruz’da bilgi akışının sağlanması için asker mevcudiyetine göre muhabere ekipmanları dağıtılmış ve İstanbul’daki gizli teşkilatlar, istihbaratı Ankara’ya göndermiştir.
Zaferde düşmanın tedarik zincirinin bozulması önemliydi. Yunan ikmalcilerinin “Türkler geri çekilirken, demiryollarını bozdular. Malzemeler deniz yolu ile İzmir’den Bandırma’ya buradan demiryolu ile Bursa’ya ve karayolu ile de Karaköy istasyonuna taşınmalı ki demiryolu ile Eskişehir’e ve sonra Sakarya’ya karayolu ile dağıtılabilsin. Bu kadar karmaşık ikmal sistemi düzenli işlemeyebilir” uyarısına rağmen Sakarya savaşı öncesi geri çekilme taktiğini “bozgun” zanneden Yunan birlikleri, Ankara’ya ilerlemeye başlayınca İzmir’de ki ana ikmal merkezinden uzaklaşmış ve ikmal sistemi çökmüştü.
Savaşı takip eden Fransız politikacı Frank Boullion “ inanılmaz bir şey oldu, kağnı kamyonu yendi” diyerek Türk ordusunun ikmal (lojistik) gücüne de şaşırmaktadır.
Celal Erikan’ın “Komutan Atatürk” kitabından “Mustafa Kemal geri işlerinin (cephe gerisi & lojistik aktiviteler) gereğini çok iyi algılamış, bunu askerliği boyunca uygulamıştır.” diye yazmaktadır.
Milli Mücadelenin başlamasıyla kurulan ikmal sistemi ile yollarda askerle birlikte yürüyen insanlar ve kağnılardan oluşan bir ordu ile şanlı ordumuz ayakta durabilmişti.
Yaşadığımızı ispat etmiştik. Kalbimiz atıyordu. Tabi ki onu besleyen damarlardan akan kan sayesinde.
Bize vatanımızı ve özgürlüğümüzü kazandıran, bayrağımızı tekrar göklerde dalgalandıran, yokluklara rağmen bize bütün zorlukların üstesinden gelebileceğimizi gösteren, başta Ulu Önder Mustafa Kemal Paşa veya Atatürk olmak üzere onun silah arkadaşlarına, askerlerine ve çok daha önemlisi şehit ve gazi olan Türk milletine sonsuz teşekkür ederiz. Allah, rahmet eylesin.
Saygılarımla,
Oruç KAYA